[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
2008
Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı
Sürüm: Nisan 2008
Tasarım: Sener Soysal
© 2008 altkitap
Yapıtın tüm yayın hakları saklıdır.
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dısında
yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çogaltılamaz.
altkitap@altkitap.com
[ ] Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı
Sener SOYSAL
Proje: “Fotografa Yazı”
Ceyda Zeynep Koyuncu
Tasarım: Sener Soysal
Fotograflar: Kadriye Soysal
Aralık 2006
2008
[ ] Bu isin basında ve sonunda siz vardınız.
Fotograflara kısa hikâyeler yazma, yani biraz
meddahlık yapmaya çalısma fikri de, bu fikrin
çıkmasına neden olan güzel fotografların sahibi
de ve en önemlisi bu konuda bana inanan ve
güvenen de sizdiniz
Tesekkürler…
[ ] Kadriye’ye…
Ceyda’ya…
1
[çindekiler]
[S. 02-15] [Bile Bile… Bilmezcesine]
Adını Bilmedigim Kıza, Kayıp Zaman, Saatler, Topaç- O mu Bizi Çeviriyor Biz mi Onu, Kader- R’ay’rılık Hikâyesi,
En Sen, Kardesim Kardasım Gardasım, ‘Yılmak’tan Yılan, Köprüyü Geçmek, Kaybolmayan…, As’k’edi, Kediler,
Gitme Zamanı
[S. 16-24] [Basımdan Geçmisçesine]
Defin(e), Bir 2ki Üç Tıp, Sanatla, Dönme Dolap, Kurmaca 2çinde Kurmaca, Köysüz, Hayallah, Kırmızı
[S. 25-30] [Uçsuz Çöllerde Düsünmemecesine]
Kahretsin, Bilmemece, Devren Satılık Beyin, Ren’k’aos, Küçük Büyük
[S. 31-36] [Dünyadaki Her Seyin Bir Kapak Oldugu Düsüncesiyle]
Günes Kapagı, Vücut Kapagı, Zarfın Zaafı, Toprak Nedir, Klozet Kapagı
[S. 37-47] [Yanılsamalı Hikâye]
Mahkeme
[S. 48-56] [Fotografı Olmayan Hikâye]
Oysa Ben Halen Küçügüm
[S. 57-74] [Kısa Film Hikâyesi]
Günü Birlik Sahte Cennetin Kayıkları: Ada Vapurları
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
2
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Ey dil hele alemde bir adem yok imis
Var ise de ehl-i dile mahrem yok imis
Gam çekme hakikatte eger arif isen
Farz eyle ki el’an yine alem yok imis *
FUZUL2
* Ey gönül! Hele su dünyada adam gibi bir adam yokmus. Var ise de gönülden anlayan bir sırdas bulunmuyormus. Eger bilge isen su dünya için asla
gam çekme ve tut ki dünya dünya diye bir sey de zaten yok imis.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
3
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Adını Bilmedigim Kıza
2lk nerede karsılastık seninle, bilmiyorum.
Belki daha çocukken, bir kapı aralıgında karsılastık ilkin. Gerçekten
birbirimizi bilmiyorduk. Hatta ilk görüste nefret bile etmisizdir
birbirimizden, bilinmez ki. Ben, annemin elini sıkı sıkı tutmus, evin
akıllı çocugu, mecburen apartmanınızdaki altın gününe katılıyorum.
Evet, sen de kapı esiginde öyle heyecanla birini bekliyordun, belki
babanı. Her gün getirdigi horozlu sekeri… Bilinmez.
Bildigim tek sey var, gözlerin… Gözlerini gördügümde unuttum
zaten oranın neresi oldugunu. Belki dedigim gibi bir kapı önüydü,
belki sekiz otuz vapuru. Salas bir barda mı, bir otobüs kuyrugunda
mı, üniversitede bir agaç gölgesinde mi nasıl bileyim. Tek
gördügüm gözlerindi o an dünyada. O an kahverengi gözlerinde
hayat buldum, aklımı yitirdim, asık oldum.
Seni görünce unuttum derdimi de, dermanını da. Tek derdim sen
oldun. Dermanını bulamadıgım derdim… Derman senden gelecekti
ama sen sen neredeydin, bilmiyordum ki. Gülüyorum kendime,
çünkü adını bile bilmiyorum. Bir kere gözlerinden sifayı kaptım, ilk
görüste ask olayı iste, bir daha iyilesemedim.
Beni asık ettin kendine güzel kız, bir seyler yazmama neden olan
güzel kız… Adını bilmedigim kız… Bu hikâyeyi sana ithaf ediyorum,
bu fotograf karesini, olmayan kitabımın önsözünü… Her seyin
baslangıcı sensin, adını bilmesem de…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
4
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Kayıp Zaman
Zaman ellerimin arasından akıp giderken bir türlü
tutamadım, sıkı sıkı saramadım. Onun için hiçbir zaman
‘zamanı geldi’ diyemedim. Zamanı nasıl kullanacagımı zaman
zaman düsündüm, ama bir yol bulamadım. Bunun için hep
kaybeden oldum.
Asık oldum, ‘simdi zamanı degil’, dedim. ‘Daha zamanı var…’
Sanki nereden biliyordum ki ask zamanının ne zaman
gelecegini…
Yazdım, çizdim, bir seyler karaladım. Kimi zaman begenildi,
kimi zaman yüzüne bakan dahi çıkmadı. Bir zaman da
fotograf çektim, zamanı dondurdugumu sandım. Anladım ki,
makinenin mercegi göz bebegimin önünden kalkınca her sey
yine aynı hızla akıp gidiyor… Yine de sanatı sevdim, tüm
zamanımı ona verdim.
Sanat içindeki naçiz hobilerime olan bu tutkum yüzünden isi
olmayan adam oldugumu ögrenmem çok zamanımı aldı.
Zanaat ögrenmek için, çırak olmak için vakit geçmisti.
Okuyayım dedigimde ise, elimde okul denen sey kalmamıstı.
Zamanın aman vermedigini, insanın gözünün yasına
bakmadıgını çok geç anladım. Anladıgımda da zaman benim
için fazlasıyla geçmisti.
Keske su hayatta da futboldaki gibi kaybolan zamanlar
sürenin sonuna eklenebilse….
Keske…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
5
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Saatler
Saatler… Tanıdıgım en büyük düzenbazlar, sahtekarlar, yalancılar,
sunlar, bunlar..
Bize zaman yerinde sayıyor gibi gösteriyorlar. ‘Bakın, ibre yirmi dört
saatte bir aynı yere geliyor. Gün degismiyor’ diyorlar. Oysa zaman
akıp gidiyor.
Her gece yarısı saate bakısımda saatin on iki yi vurdugunu
görüyorum. Ama her aynaya bakısımda cildimin biraz daha
yıprandıgı ortaya çıkıyor, yaslanıyorum.
Saatler o çemberin her bir noktasını sürekli tavaf ederken, aynı
zamanda günün degistigini bize anlatmıyorlar. Bunu hep bizden
saklıyorlar.
Saatler… Tanıdıgım en büyük düzenbazlar, sahtekarlar, yalancılar,
sunlar, bunlar…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
6
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Topaç – O mu Bizi Çeviriyor Biz mi Onu
Topacın etrafına ipini iyice sar, sonra ipi tutup topacı hızlıca fırlat. ste
bak ne güzel dönüyor. O mu beni çeviriyor ben mi onu? Üstelik öyle güzel
süslemisler ki. Yaldızlı neli bak ne güzel parlıyor. O mu beni çeviriyor ben
mi onu? Ah ahh… Bizim zamanımızda böyle güzel topaç nerede? Ama
iste emperyalist düzen haliyle, son kalite ama tek düze sıradan, seri
üretim çıkıyor her mal. O mu beni çeviriyor ben mi onu? Biz ise devrimci
gençligiz evlat. Emperyalistin karsısında durur onları protesto ederdik.
Hatta 6. Filoyu denize bile döktük. O mu beni çeviriyor ben mi onu?
Aslında tabi evlat biz sistemin çarklarından biri olmustuk çoktan.
Devlete kapagı atıp her seyi kabullenir görünmüstük. Ama içimiz o
denize döken gençlikleydi. O mu beni çeviriyor ben mi onu? Böyle
dedigime bakma. Çok kızıyorduk tabi. Olur mu öyle sey, devlet var
hükümet var. Kanun var, nizam var. Size mi kalmıs cumhuriyeti
kurtarmak. Hele bir çevrenizi düzeltin. Su çocuk niye topaç satıyor,
tabi ki kimse yardım etmediginden. O mu beni çeviriyor ben mi onu? Yani
tabi ben de sey… O iki milyon isterken topaç için bir milyona pazarlık
yapmamalıydım, tabi sey… O mu beni çeviriyor ben mi onu? Dedigimi yap,
yaptıgımı yapma. O mu beni çeviriyor ben mi onu? Sen oku, büyük adam
ol, devleti daha bir iyi yap. O mu beni çeviriyor ben mi onu? Emperyalizm
karsıtı olursan hakkımı helal etmem. Amerika’nın bize ne zararı var. O
mu beni çeviriyor ben mi onu? He he bak kola içiyoruz ne güzel. O mu beni
çeviriyor ben mi onu? Bizim atalarımız Orta Asya’lı ne sandın. Kımız
içerlerdi, evlat, Amerika neymis, bir Türk dünyaya bedel. O mu beni
çeviriyor ben mi onu? Simdiki durumumuza bakma. stesek alayını…
O mu beni çeviriyor ben mi onu? Dünya bir topaç aslında. Dön dünya dön!
2nsanlar islerine göre kendi eksenleri etrafında, islerine göre baskalarının
etrafında dönen topaçlar…
Dön topaç dön… Feyz alalım senden… Sen mi bizi çeviriyorsun, biz mi seni?
Ögrenelim çevir kazı yanmasın hesabı yaparken…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
7
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Kader – R’ay’rılık Hikâyesi
ki ray birlesir…
Pür nesesindir, sevinçten dört kösesindir. En sevdigin gelmistir uzak diyarlardan. Kaf
dagının eteklerinden geçmis, zümrüd-ü ankanın kanadında seyir etmis, yamacında
inivermistir.
Ve hemen ayrılır…
Kavusmak kısa sürer. Ayrılma vakti, yagmurun yeryüzüne düsme süresi kadar hızlı gelip
kapının zilini çalmıstır. Mekanik kusların öterken ardından döktügün su çoktan buhar
olmus, bulut olmus; bir yerlere yagmur olmus, göz yasların olmustur. Zaman ‘aman’
diyemeden akmıstır pınarlarından.
Kader…
Raylar birlesse de bazı yerlerde…
Birbirlerini kesseler de ayrılmak zorundadırlar. Çünkü trenler tek ray üzerinde
gidemez.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
8
[Bile Bile… Bilmezcesine]
En Sen
Sen günler efendim,
Adım Senol Senogul, kendisi en kıymetli seyim. Otuz üç yasındayım,
senim, gülmeyi severim, dogum günü pastamın üzerindeki üç yüz otuz
üçüncü mumu da üflemek isterim. Yasamayı sevmemden degil, o sekilde
çekilecek fotografların daha sen çıkacagını düsündügümden…
Söyle güzel bir kızla evleneyim. Adı Senay olsun, birlikte yakamozları
seyredip, “deniz ve mehtap”ı söyleyelim. Eger adı Senay olmazsa
derseniz, e degistirir canım. Benim gibi sen sakrak çocugu bulmus, isim
degistirmek çok mu zor?
Üç kız, üç oglum olsun isterim. Kızlar Sengül, Sengün, Aysen olsun.
Günleri, ayları sen olsun, hem sen olsunlar hem yüzlerinde güller açılsın.
Oglanlar da Ersen, Sener, Sencan. Hiçbir sey olamayıp sokakta su
satsalar bile hep mutlu, umutlu sen yigitler olsunlar diye. Rivayet olunur
ki, insanlar adlarıyla yasar.
Sen Blokları, S Blok’ta bir evim olsun isterim. Altında ailecek islettigimiz
Sen Bakkaliyesi… Üniversite falan istemem adı sen olsa bile. Çünkü
eskinin tonton sen bakkal amcalarına da ihtiyaç var.
Artık anlayacagınız gibi sinemada favorim Sener Sen ve tabi ki babası Ali
Sen. Nur içinde yatsın. Futbolda ise Fenerbahçe, eee Ali Sen baskan…
Ben bir tek su üç günlük dünyada üzülmemek isterim, sen olmak isterim
aslında. Bunun yolu da herkesin sen olması sanırım, duygularıyla da,
adlarıyla da. Öyle düsünüyorum… Çünkü rivayet olunur ki; her sey,
herkes adlarıyla yasar.
Sen kalınız.
Senkal oglu Senol
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
9
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Kardesim Kardasım Gardasım
Sen benim kardesimsin. Aynı karından çıkmısız, aynı
topraga girecegiz. Aynı ananın sütünü içtik.
Damarlarımızda aynı koyu sıvı var, aynı kanı tasıyoruz.
Sen benim kardasımsın. Sınırlarından hiç çıkmamamız
gereken o her yanı tezek kokan köyümüzdeki evimizin
damında az mı yattık geceleri? Soguklarda cebimizde
fırından yeni çıkmıs patatesin sıcaklıgıyla az mı okula
yollandık karda kısta, kara çamura bata çıka…
Sen benim gardasımsın. En son seninle bir garda
sarılmıstık. Gözlerimiz yasla doluydu, aglamamak için
kendimizi zor tutuyorduk. Tren, peronda duruyordu iste.
Öglesonrası Ekspresi diyordum ben adına; seni alacaktı
buralardan, ta Almanyalara tasıyacaktı. Zaten
memleketten bu kadar uzakta, 2stanbul’da, Sirkeci’de
yapayalnızdık. Simdi sen beni bir kez daha yalnız
bırakıyordun. Ama varsın olsundu, hiç olmazsa senin
hayatın kurtulacaktı.
Gardasım… Seni ellerimle trene bindirmistim. Bavullarını
kompartımanına ben tasımıstım, ben. Hatta tren gözden
kayboluncaya kadar birbirimize el sallamamıs mıydık,
dayanamayıp salya sümük aglamamıs mıydık? Sen hangi
ara indin de gemiye bindin ha? Hangi ara Alman treninden
vazgeçtin de meçhule kalkan gemiye… bindin…
Kardesim, kardasım, gardasımsın. Aynı karından önce ben
çıktım, sonra sen. Peki topraga girmekte nedir bu acelen?
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
10
[Bile Bile… Bilmezcesine]
‘Yılmak’tan Yılan
Yılandan korkmam, yalandan korktugum kadar.
Yalandan da korkarım, yılandan da aslında. Çünkü ikisi de adamı yer bitirir.
Kemirir, anlatabiliyor muyum? Ama yılandan korkmam diyorum, yalandan
korkuyorum. Çünkü yılan bedenini bitirir, yalansa ruhunu tüketir!
Yalandan korkmam, yılandan korktugum kadar.
Yalandan çok korkarım dedim ya, bir yerde yalan söyledim. Çünkü bir de
yılanlar var. Sürüngenler sınıfına dahil olan hayvanlar degil kastettigim.
Dünyadan ve öte dünyadan tamamen vazgeçen, gözü dönen ve bu yüzden her
seyi yapabilecek insanlar… Onlar yalana göre korkulu rüya. 2nsanın ruhunu
bitirirler, bedenini bitirirler, onlara uyan insanın elinde hiçbir sey kalmaz.
Yılan… Yalan… Yine yılmak fiilinden türetilen yılan…
Simdi ben hangi sözü kullanmalıyım? 2lkini mi, ikincisini mi? Aslında orijinal söz
birinci tabi ki. Ama ikincinin de bir anlamı var kanaatimce. Söyledigimde herkes
kelimelerin yerini karıstırdıgımı düsündüklerinden kahkahalar atsa bile, o da
anlamlı bir söz.
Simdi ben ne yapmalıyım? Yılan hayvanından da, yalandan da, yılan insandan
da korktuguma göre… Ne yapmalıyım?
Kimse bana yılan demesin, çünkü yılmak istemiyorum. Lütfen bir cevap verin,
ne yapmalıyım?
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
11
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Köprüyü Geçmek
Hayat pınarının üstünde herkes gibi senin de bir köprün vardır. Dogdugunda bu
köprünün bir ucundan digerine dogru emeklemeye baslamıssındır.
Köprünün uzunlugunu kader belirlemistir, seklini ise sen seçmissindir.
Hızına karısabilir misin? Hayır. Köprü üstünde hızlanmak, yavaslamak yasaktır.
Duraklamak ve park etmek yasaktır. (Çünkü zamana aykırıdır.) Hız-zaman grafigin
çizilmistir bir kere; ivmesiz, sabit V hızıyla, t sürede köprüyü kat edeceksindir.
Yola çıktıgında elinde kötü bir köprü oldugunu iddia etmek saçmadır, çünkü köprü
üzerindeki ilk adımından itibaren her ayrıntıyı kendin belirlersin. Sans oyunlarından
medet umup yürüdügün köprüde bir degisiklik olacagını beklemek de bir ise
yaramaz.
Torpil imkansızdır. Mevki kullanımı, rüsvet, ‘hamili yakinimdir’ yazılı kartlar sabit
hızını, ivmeni ya da köprünün boyunu degistirmez. Ayrıca hayat pınarını geçince
karsına çıkacak olan Sırat’ta da büyük zorluklar yaratması söz konusudur.
Bazen yanına farklı bir köprü yanasır. Üzerinde seninle aynı hızda ilerleyen biri
vardır. Hemen ikiniz de korkulukları yıkar, köprülerinizi birbirine baglarsınız el ele
tutusarak. Artık ikiniz de hayatınıza birbirinizi katmıssınızdır. 2ste bu mutluluktur.
Sonra kesin bir sorun çıkar, aslında hızlarınızın farklı oldugu gerçegi ögrenilir,
birbirinizi sevmenize ragmen ayrılırsınız. 2ste bu da asktır.
Yolun sonuna geldiginde dogdugundaki gibisindir. Yine elinde hiçbir seyin yoktur.
Sevaplar ve günahlardan baska…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
12
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Kaybolmayan…
Bir yerlere yazmak lazım… Ne yazdıgının
önemi yok, nereye yazdıgının da.
Bir fotograf karesinin arkasına, bir papirüsün,
kagıdın üzerine yazmalı; gerekirse kagıt
olmasını beklemeden agacın üzerine kazımalı
düsünceleri. Nazım gibi dünyaya ancak
parmaklıklar arasından bakacak kadar
yakınsan, duvarlara dizmeli siirleri, metinleri.
Ya da bir çocugun kısın bugulanan camlarının
üzerine ismini yazması gibi…
Yeter ki anlatılsın hisler, düsünceler; zihinden,
yürekten geçenler…
Bir yerlere yazmak lazım. Beyin kıvrımlarının
içine gizlenen ne varsa, kayıp esya bürolarının
tozlu raflarında yerini almaması lazım. Bunun
için…
…Paylasmak lazım.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
13
[Bile Bile… Bilmezcesine]
As’k’edi
Bildigim bir kedi var bu alemde, adını bilmesem de..
Bir fotograf makinesi vizöründen ona baktıgımı bilen, ta vizörün
ötesinden gözlerimin içine gözlerini diken… Bir kedi…
Bir özelligi yok gibi…
Bogazı seyretmek yerine bana poz vermis, kuyrugunun minicik bir kısmı
gölgede kalmıs, genel itibariyle hava kosullarına maruz bırakılmıs bir
sokak kedisi…
Bitli, pireli demek istemem, ah almak… Ama sokak kedisi iste, ne
bileyim.
Bir özelligi yok gibi…
Bildigim bir kedi var bu alemde, adını sanını sülalesini bilmesem de…
Yüzü bir daha görmeyecegim bir kedi. Görsem de tanıyacagımı
sanmadıgım…
Bir özelligi yok gibi…
Ama kisiye göre degisir. Birazdan bir kadın alır, doya doya sever.
Ask, nereden geldigi belli olmayan ilginç bir sey. Üstelik hiç kimsenin
duygusu bir degil. Birinin çok güzel dedigi birine digerinin çirkin
diyebilmesi… Ben begenmem, ama asık olan ‘o kisi’yi begenir. Hiç belli
olmaz, derin mevzudur bu.
Ayrıca ask için çesitli uyarı isaretleri konulmalıdır. ‘Dikkat! Çarpar.’
Dikkat! Çıkabilir.’; ‘Dikkat! Bitebilir’, ‘Dikkat! Sizi yiyip bitirebilir.’ bunların
baslıcaları olmalıdır.
Ask… Benim adını bilmedigim, su alemde tanısmıslıgım olan tek kedi gibi
bir sey…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
14
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Kediler
Kedileri, bir türlü sevemedim. Hep aramızda bir uzaklık, anlasmazlık, bilenmis
bakıslar.. Aslında ne tırnaklarından korkuyorum, ne de kuduz falan olmaktan…
Tamam, biraz korkuyorum ama bunun sevmeme nedenimle ilgisi yok. Gerçekten
yok. Ayrıca sunu da belirteyim, derdim güzel tüyleri olması ya da bunları etrafa
dökmesi de degil.
2nsanların (daha çok ‘havva’ların) bazılarına bakıyorum, bir bina misaliler. Dısı
tamamlanmıs; içi de oldugu gibi, insaat halinde bırakılmıs bir bina. Çünkü
müteahhitle anlasmıslar. ‘Ben evimin içini kendim dekore ederim.’ demisler. Bu
devirde herkes ‘dizaynırım’ diye ortalıkta geziniyor ya.. Soruyorum o zaman.
Madem yan gelip yatacaksın, evini güzellestirmeyeceksin… Madem dekor falan
bir zevkin yok, bir seyden anladıgın yok… Madem kendini gelistirme, düsünme,
uygulayabilme gibi özelliklerin yok… Ey ademoglu, neden içi döseli bir ev
istemedin müteahhitten?
Ondan sonra böyle oluyor iste. Dısta muhtesem bir güzellik, bir mimari harikası…
Yapıca saglam, genelde malzemeden çalınmamıs oluyor üstelik. Ama bir
bakıyorsun kafanın içine, bos. Neden, diyorsun. ‘Neden kendini gelistirmedin?’
Cebinde yüz tane eprimis, çürümüs kelimeden baska bir seyi olmadıgından cevap
bile veremiyor.
‘Aklı havada Havvalar’dan iste…
Dısına bakınca bir sey sanıyorsun, içini görünce ondan vebalı gibi kaçıyorsun.
Kavun degil ki iste koklayıp, alasın. (Onun da kelek çıktıgı oluyor gerçi ya) Onun
için aman diyorum, iyi-kötü dıs görünüsü ne olursa olsun dikkat et oglum.
Aptallık en büyük günahtır. Tedbirli davran, günah kazanma.
Ama bu sefer de bir sogukluk mu giriyor ne? Biz de senin meraklın degiliz zaten
tripleri falan…
Velhasıl kediler gözümde yüksek mevkilere gelememislerdir. (Gerçi onlar da çok
meraklı degiller ya, neyse…) Yine de biraz çaba iki taraf için de iyi olmaz mı?
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
15
[Bile Bile… Bilmezcesine]
Gitme Zamanı
Hikâyeler tasırım cebimde.
Anlatır güldürür,
fikrimle düsündürür,
her yerde sevdirir dururum hikâyeleri…
Sevmek isteyen herkese
Bakarım ki azalıyor cebimdeki kelimeler git gide…
Bitmesini istemem, eksilmesini de.
Ama biter elbet istemesem de.
Tesekkürler dinleyenlere.
Hikâyelerim bitti, gitme zamanı geldi.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
16
[Basımdan Geçmisçesine]
Dost bi-perva felek bi-rahm devran bi-sükun
Dert çok hem derd yok düsman kavi tali zebun*
FUZUL2
* Dost aldırıssız, felek acımasız, devir kararsız / Dert çok, dert ortagı yok, düsman zorlu, talih güçsüz
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
17
[Basımdan Geçmisçesine]
Defin(e)
Mutsuzum.(Ayy, kıyamam!) Yasamın anlamını yitirdim. (Filozofça bir söylem,
höh!) Yüregim buruk. (Asık mıyım neyim?) Vesaire, vesaire..
Sudan bahanelerimle susuz kalmıs topraklara karısmak lazım. Kurtulmak
lazım herkesten, her seyden. Anlasılan tek çare intihar…
Uzatıyorum kafamı rayların üzerine. Gözlerimi kapatıyorum ve düdüklerin
keskin sesini bekliyorum. Keskin ses, keskin ray, keskin tren…
Uzakta konusan birilerinin sesi geliyor kulagıma: “Su rayların birbirini kestigi
noktayı da kazacagız. Eee oglum, paran olsun istiyorsan kazacaksın elbet.”
Yoksa diyorum, bir hazine… 2stanbul’un meshur definecilerini düsünüyorum.
Onların define haritalarındaki isareti aklıma getiriyorum. Sonra ise yerdeki
rayların olusturdugu sekle bakıyorum, hemen gözlerimi yumup
düsünüyorum. Aynı isaret, X. Acaba kaldırsam mı basımı, açsam mı
gözlerimi? (Yok yok, intihar etmeliyim. Neden çok; issizlik, geçim sıkıntısı, su
bu). Acaba paran varsa, ölmek yerine yasamak daha mı iyi? (Tabi ki oglum,
bu da soru mu. Sıkıntılar uçar gider. Memleket dügünlerinde de saç
paraları… 2stanbul’da zengin oldu desinler. Nam Sal. Ohh.)
Gözümü açtıgımda eli kazmalı bir adamla göz göze geliyorum. Arkada da
arkadasları var. Kürekli, belli; yorgunlukları gözlerinden belli arkadasları…
Kalkıyorum yerden mecburen. Adam, kazı yapacaklarını söylüyor. Meraklı
gözlerimi görünce ekleyiveriyor belediyenin ekibi olduklarını. Kaldırımları
yenileyeceklerini… Bunun için tramvayın da kaldırıldıgını (Bahtsız bedeviyim,
bula bula tramvayı buldum, o da seferden kalkmıs.)…
…anlatıyor.
Yine umutlar sona erdi. Define de, defin islemleri de…
Define, söz gümüs hesabından, okudugunuz hikâye oldu. Tren raylardan
geçti… Ama…. Bedevi, ölümü yanlıs rayda bekliyordu.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
18
[Basımdan Geçmisçesine]
Bir ki Üç Tıp
Benim için sıkıcı bir ortam. Zifiri karanlık
bir barda oturuyoruz arkadaslarla.
Arkadaslar hatrına… Bangır bangır bir
müzik çalıyor arkada hiç durmadan,
masada bir muhabbet alıp gidiyor herkesi.
Biralar bosaldıkça siseler muhabbetle
doluyor. Ben hariç. Çünkü
konusamıyorum.
Bana o kadar yazma kuvvetini veren,
yumurtaya bile can veren allahım biraz da
konustursaymıs beni ya.. Sonra böyle
oluyor iste. Sen yalnız basına can sıkıntısı
içindeyken millet muhabbetle ehli keyf
oluyor. Hele aramızda biri var ki; bir
konusuyor, pir konusuyor. Tüm ilgi onda.
Ne söylese dinleniyor, dogru kabul
ediliyor. Biliyorum ki, çok mal haramsız,
çok laf yalansız olmaz. Ama kime
anlatacaksın derdini.
Her sey yine o çok konusanın basının
altından çıktı. Herkes trenle ilgili bir sey
söylesin, dedi. Sırayla basladılar. “Tren,
öpsün seni Zeki Müren” gibi özlü(!)
sözlerden Kemal Sunal’ın içinde gar
geçen filmlerine kadar pek çok sey
konusuldu. Hatta biri ‘gardas’ diyerek gar
kardesligine dem vurdu. Korkarak
bekledigim sıra bana geldi.
Ben trende dogmusum. 2kinci vagonda bir
kompartımanda, Ankara 2zmit arasında bir
yerde… Tesadüfen bizim vagonda
yolculuk eden bir hemsire sagolsun
yardım etmis, sıcak sular havlularsa
yemek vagonundan gelmis. Halen beni ilk
sardıkları TCDD armalı havluyu saklar
annem. Asıl merak ettigimse nereli
oldugum. Tren sürekli hareket halinde
oldugundan aslen nereliyim, anlayamadım
gitti. Hemsire kadın anneme “ıkın ıkın, ha
gayret” derken geçtigimiz A köyüne mi,
“Kafası göründü” derken geçtigimiz B
köyüne mi, yoksa popoma vurup
aglattıkları zaman geçtigimiz C köyüne mi
aitim? Test sisteminde üç sıklı bir soru.
Dogru cevap sansı yüzde otuz üç nokta üç
üç üç üç…… diye uzuyor. Siz ne dersiniz?
A, B ya da C?
Diyecegim aklımdaydı, hazırdı ama
duraklamıstım yine, neredeyse park
etmistim. Ama park yasagı olan yerdi
burası. “Ne o” dedi çok konusan, “Öküzün
trene baktıgı gibi ne bakıyorsun?” Sonra
güldü herkes gibi. “Bak senin bulamadıgın
treni de dedim.”
Daha da sustum, konusamadım, gık
diyemedim. Biramı içmeye devam ettim.
Onlar yanlarından ayrıldıgımın farkına
vardıgında çoktan 2stiklal’deydim.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
19
[Basımdan Geçmisçesine]
Sanatla
Bogaz kıyısında oturuyorum,
elimde ufak pilli bir radyo.
Radyo cızırtılar esliginde
açılıyor. Biraz dügmelerini
kurcalayınca sanat
müziginden nagmeler
çalmaya baslıyor.
Yesil gözlerinden muhabbet
kaptım, diz çöküp önünde
yıllarca taptım. Kalbimi
ugruna bir köle yaptım…
Asıgım. Yesil gözlerin kölesi
oldum. Söyleyemedim bu
askı; yandım, kül oldum.
Cimri mi cimri bu gönül, eger
severse…
Herkesten sakladım askımı,
kaçtım. Saçma nedenler,
saçma korkularla yasadım bir
süre. Söylersem, onu
tamamen kaybedecegimden
korktum. Söyledim ama…
Yesil gözlerini ufkuma ger ki,
bahar geldi diye türkü söyleyem..
Sarı saçlarını yüzüme ser ki,
koklayıp öperek yaz geldi diyem…
Korkum önümü kesti, ancak bir
mektupta söyledim. Birkaç
sarkıdan alıntı yaptım, methiyeler,
siirler yazdım. Ama en önemlisi
‘seni seviyorum’ dedim.Ve bu
bogaz kıyısında onu
bekleyecegimi söyledim.
Her sey sarkılardaki gibiydi
aslında. Bir bahar aksamı
rastladım üniversite kantininde.
2lk görüste anladım ki, o yesil
gözleri gördügümde dönülmez
aksamın ufkundaydım. O gece
bütün meyhanelerini dolastım
2stanbul’un. Bu ne sevgi ah, bu
ne ızdırap dedim, ask için. Ask
sarhosluguma içkinin de
katılmasıyla costum; kadehinde
zehir olsa ben içerim bana getir,
dudakların mühür olsa ben açarım
bana getir, diye naralar attım
bogaza karsı. Sesimde sarkısı
askın, ziyan olup gidiyordu ki, bir
bankın üzerinde sızmısım. Ask
iste.. Ya da aptallıgım iste…
Simdi iste asık oldugum günün
gecesinde uyuyakaldıgım parkın
yanındaki kafedeyim. Gelmesini
ümit ederek bekliyorum. Elimde
ufak pilli bir radyo. Sanat müzigi
çalıyor. Sunucu anons ediyor:
Evet efendim, simdi de ‘Elveda
meyhaneci’ yi dinliyorsunuz.
Elveda meyhaneci.. Bir mesaj gibi
degil mi? Sanki bana diyor,
sevdigim gelmeyecek ve elveda
diyor. Belki paranoyakça ama…
Gelmedi, bunca saat o bos
masalara baktım durdum.
Gelmedi.
Galiba ben aptalım. Estagfurullah
demeyin, öyleyim. Ask mask
hikâye. Ben sadece sandım. Sanat
müzigiyle kendimi kandırdım.
Bir sandaldan kendini bogaz
akıntılarına bırakmak isteyen bir
aptal asıgım ben…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
20
[Basımdan Geçmisçesine]
Dönme Dolap
Omzumun üstünden arkama dogru
baktıgımda bir lunaparkın dönme dolabını
görüyorum. Önünde ise parasızlıktan
binemeyen, yine de sürekli orada
beklesen iki küçük kız… Geçmise dönüp
bakmayı sevmem aslında. Anlatmam da
ayrıca, kimseyle paylasmam normal
zamanlarda. Hep bir karanlık nokta… En
sevdigim renk siyahtır, tüm kıyafetlerim
de öyle. Oysa bugün beyaz bir tisört var
üzerimde… Beyaz…
“Bana kalbin kadar temiz, bu beyaz
sayfayı ayırdıgın için tesekkür ederim. En
sevdigim arkadasımsın.”
Önceleri dönme dolaba binememe
nedenimizi bilemiyorduk. Fakirlik mi, evet,
ta kendisiymis. Babamızdan para
istedigimizde cevap verecek gücü bile
yoktu. Basit bir memurdu iste. Tek
yapabildigimiz beyaz bir defter alıp ‘hatıra
defteri yapabilmekti’. Paramızın tek
yapabildigi… 2ste o zaman ben ve en
sevdigim arkadasım birbirimize söz verdik.
Öyle çok para kazanacaktık ki, o lunaparkı
bir gece kapatıp sabaha kadar dönüp
duracaktık.
“Bedava yasıyoruz bedava!
Otomobillerin dısı, sinemaların kapısı,
camekanlar bedava!”
Okuduk, ne okudugumuzun önemi yok.
Para kazanalım yeter. O sıra Orhan
Veli’yi de ögrendik. Hava bedava, peynir
ekmek degil ama acı su bedava, dedik.
Ama sistemin dislilerinden olmayı kabul
ettik. Sebep, yine para…
“… sekiiz, dokuuz, oon. Önüm, arkam,
sagım, solum sobe. Saklanmayan ebe.”
Nitekim sonunda para kazandık. Çok
kazandık. Ama simdi… Önüm, arkam,
sagım, solum, karanlık. Bizse
saklanamadık. Bir gece boyu, hatta
kusana kadar dönüp durmak istedigimiz
dönme dolap meger hikâyeden
ibaretmis, bunu ögrendik. Asıl dolaplar,
hayatta döndürülüyor… Çark çevrilip
insanlara felek kısmet dagıtılıyor…
mus…
Artık her gün aynı dolaba uyanıyoruz.
Dönüyoruz, dönüyoruz, dönüyoruz. Hiç
durmadan… Midemiz bile bulanmadan..
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
21
[Basımdan Geçmisçesine]
Kurmaca çinde Kurmaca
Bu ise basladıgımda her sey bir kurmacadan ibaretti.
Dünyadaki her sey gibi. Yasamak gibi. Biri senin ne
yapacagını biliyorsa bu sanırım kurmaca olur. Tabi bazı
seçimler senindir, yönetmen dogaçlama yapmana izin verir.
Ama yine de bence bu isin adı degismez: Kurmacadır ve
öyle kalacaktır.
Ben basit bir adamdım dünyadaki bu tanımlamanın yanında.
Elbette ve hasa dünyanın yönetmeni degilim. Kurmacanın
içinde kurmaca üretmeye çalısan bir kuldan, bir senaristten
ibaretim. Yani senarist sayılırım. Yani aslında çekilmis hiç bir
filmim yok. Olabilecegini de hiç sanmadım. Çünkü büyük
yönetmenin figürasyon takımından oldugumu kafa vura vura
ögrettiler. Kafamdaki her sorunun cevabını verdiler, soru
isaretlerimin kuyruklarını düzeltip, ünlem yaptılar. Ben
kimim? Hiçsin! Ben neyim? Hiçsin! Dünyada iyi seyler
yapmalı mıyım? Sen kimsin ki! Düsün adamı oldugum gibi
eylem adamı da olmalı mıyım? Duymadın galiba sen kimsin
ki, ha! Sen adam mısın oglum, sen hiçsin! Sonunda bir
baktım ki uçurumdan düsüyorum, yok yok böyle Bugs
Bunny ve Daffy Duck gibi gökdelenin tepesinden
düsüyorum. Bugsy kafasında bir soru isareti olusturup
çengelini bayrak diregine takıyor ve kurtuluyor. Benim
zihnimde ise sadece bir ünlem var. Ucunu bükmeyi
basardıgım anda ise asfalta çarpmıs oluyorum. Çizgi film
oldugu için, çocuklara kötü örnek olmamak için ölmüyorum.
Ama yasamıyorum da, çünkü figüranım.
Nerden geldigi bilinmez bir el, beni o asfaltta açtıgım çukurdan
çıkarıyor. Büyük yönetmenin kurmacası o anda baslıyor iste.
Kamera, ısıklar, motor diyebilen bir yönetmenin ta kendisi
karsımda duruyor. Senaryomu begeniyor nasıl olduysa ve
ilginçtir patlamalı eksınlı sahne ile baslıyor çekime. Motor
dediginde, demir parmaklıklara odaklı kamera, oyuncularımıza
odaklanıyor. Onlar kapıdan içeri girerken ise büyük bir patlama
olacak, tabi koftiden. Ama nasıl oluyorsa kofti degil, harbi bir
patlama yasanıyor. …
Peki simdi ne oldu? 2ki kurmaca çakıstı, teröristlerle bizim
patlama denk mi geldi? Yoksa bombacı terörist aslında benim
yönetmen sandıgımdı da, böylece kimsenin dikkatini
çekmeyecegini mi düsündü? Acaba oyuncu dediklerimizin
üzerinde bomba mı vardı?
Bakın, yine kafamda bir sürü soru isareti var. Ve bu sefer
bunları kökünden temizlemek isteyen birileri…
Asıl hikâye simdi baslıyor…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
22
[Basımdan Geçmisçesine]
Köysüz
Benim köyüm yok. Ben bir sehir
çocuguyum. Üstelik sehirde dogan
sadece ben de degilim. Devlet
kayıtlarına göre üç yüz yıldır
sülalemiz sehirli. Ama bir türlü ‘Ben
sehirliyim’, ‘Sehrin yerlisiyim’
demekten gurur duyamadım.
2lkokuldayken herkesin bir köyü
vardı. Dulkadirli, Muratbey, Üçler,
Kızılköy vs. 2simleri çok önemli degil.
Bana soranlara ise ‘Köyüm yok
derdim, sehrin yerlisiyim’ derdim,
gülerlerdi bana. 2nandıramazdım
kimseyi köyüm olmadıgına. Çünkü
herkeste ‘köysüz adam olmaz’ inancı
vardı. Köyüm olmadıgına göre demek
ki ben ‘adam’ bile degildim. Bu böyle
gitmez dedim sonunda,
dayanamadım. Ortaokula geçip
okulum degisince, yeni sınıf
arkadaslarıma Üçlerli oldugumu
söyledim. Bu köy hem sehre yakındı,
az çok biliyordum, bir kere
görmüslügüm vardı. Hem de
milletvekili çıkarmıstı, forsu vardı
yani. E ben de ‘sehrin yerlisiyim’ diye
niye diyeyim?
Lise bitti, büyüdük falan derken kendimizi
esnaf olmus bulduk. Bu sefer müsteri
yüzünden ne diyecegimi iyice sasırdım. Köy
adı versen olmuyor, her köy birbiriyle dost
degil çünkü. Bu yüzden ben de
söylememekte diretiyordum. Çok sıkıstırana
‘Ben trende dogmusum, nereliyim belli
degil.’ diyordum. Anlayacagınız artık Devlet
Demir Yolluydum.
Ortaokulda köylüyüm dememin nedeni
insanları inandıramamam degildi aslında.
Köy insanına imrenmemdi temeli. Mesela
ben bahçe çocuguydum. Her seyi
bahçemizde yetistirirdik, üstüne her
meyveden agaçlarımız vardı, bereketten
dalları kırılırdı. Onun için ufak bile olsa kuru
tarlanın neden kıymetli oldugunu hiç
anlayamadım. Onun için tarlaya, arsaya
yatırım yapmadım, kaybeden oldum. Onun
için hiç traktöre, biçer dövere binmedim.
Onun için hiç kasnaklara gübre doldurup
tezek yapmadım. …
Ve tutkunlar birbirlerine. Onlar gibi
dayanısma içinde olan ‘yerliler’ görmedim
hiç.
Ben köysüzüm. Köylülere tutkunlukları
nedeniyle hep imrenirim.
(Böyle köysüz deyince, öksüz der gibi daha
bir üzücü oluyor ama ne yaparsınız,
öyleyim. Köysüzüm.)
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
23
[Basımdan Geçmisçesine]
Hayallah
Öylece kapının kenarına açılmıs oyukta
dinleniyordunuz. Ellerinizden omzunuza kadar
renk renk esarplar asılıydı üzerinize. Sizin de
basınız baglıydı. Zaten yer de Sultanahmet
Cami’nin avlusu.
Hiç müsteriniz yoktu, hiçbir yabancı turist
itibar etmiyordu size. Belki içinizden
diyordunuz haklı olarak ‘Bunlar götü bası her
yeri açmıs, benim esarpları ne yapsın bea?’
Rumeli siveliydi turistlere seslenisiniz. Sanırım
Edirneliydinz. Mimar Sinan’ın büyük eserinin
bulundugu yerin bir köyünden…
Bezmis halinize ragmen üstünüzdeki renk
renk esarplarla hakikaten renkli bir görüntü
veriyordunuz. Üstüne bir de sunak gibi o
yapının içine oturunca muhtesem bir fotograf
karesi olabilirdiniz. Onun için ben de size
nezaketle sordum:
“Teyzecigim, kolay gelsin!”
“Sagol yavrum. Allah razı olsun.”
“Seyy, ögrenciyim de projem için fotografınızı
çekebilir miyim?”
“Aa, ne münasebet canım!”
Dediniz ve hemen kalkıp gittiniz. Sorması
ayıp, benim sizi yiyecegimi mi sandınız bea?
Zaten yer de Sultanahmet Cami avlusu.
Ama çaktırmayın teyzecigim, siyah
beyaz filmle sizin fotografınızı çektim,
biliyor musunuz? 2zin vermeseniz de,
yüzünüz karede hiç gülmese de….
Güzel bir kare oldu iste.
Ne münasebet, derseniz deyin ama
çok fotojenikmissiniz bea. Yeni Mona
Lisa! Etrafta aramayın, aynaya bakın,
iste tam karsınızda…
– Nasıl olmus?
– Hmm güzel yazmıssın da, seni
tanımayan yazdıgını gerçek sanır.
Hikâyenin sonuna ‘hayal ürünüdür’,
diye yazman lazım. Yani biz anlıyoruz
bunu kafanda kurguladıgını. Sende o
kadınla konusacak, üstüne azar
yiyecek, yine de fotografını çekecek,
üstelik de güzel çekecek ne yetenek
var ne de konusma gücü…
– Aman ya, bir de moralimi
bozmasan olmaz.
Bu hikâye tamamen hayal ürünüdür.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
24
[Basımdan Geçmisçesine]
Kırmızı
Üzerinde kırmızı bir bluz, ayagında kırmızı az topuklu bir
ayakkabı, elinde de sık tasarımlı kırmızı minik bir çanta…
Mevsim hazan mevsimi. Yapraklar agaçların dalları yerine
kaldırımlarda, yollarda. Rengi kırmızıya çalan armut yaprakları…
Evet, klik sesi geldi, film sarıldı, muhtesem bir kare. Eminim,
kesinlikle…
… Dur bir saniye, her sey siyah beyaz! Kahretsin ki, makinenin
içinde renkli bir film yok. O tüm kırmızılıklar tonuna göre siyah
ile beyaz arasında bir rengin sahibi olacak. Oysa bu fotograf
karesinin tek özelligi, kırmızı kardesligiydi… Yırt at kareyi, tüm
emekler bosa…
2yi ki köpekler gibi degiliz. Ben bir kareyi renksiz diye kendime
dert ederken, onlar her yeri siyah beyaz görüyorlar.
Bazen biz de hayvanlık etsek de, sükürler olsun renkli
görüyoruz dünyayı. Yoksa o güzel yesil gözlerin, kiraz kırmızısı
dudakların sahibesini nasıl bu kadar çok sevecektim.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
25
[Uçsuz Çöllerde Düsünmemecesine]
Çesmini gördüm,
Unuttum derdi de, dermanı da
GAL2B DEDE
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
26
[Uçsuz Çöllerde Düsünmemecesine]
Kahretsin
Köklerimiz kenetli degil, bunu biliyorum.
Hatta canlı bir kökümüz bile yok. Çimento
dedikleri seyle, suyu karıstırıp
döküvermisler ayaklarımızın altına.
Ayırmıslar bizi. Oysa ne güzeldik demirken,
yer altındayken, bas basayken… Simdi ise
insanlar bizi kendilerine göre güzel bir
modelin sekline sokmak için kalıplara
döktüler. Sonra kamyonlara yükleyip
getirdiler bu deniz kıyısına.
Ben, yer altındaki o sıcaga alısmıs demir
yıgını, üsüyorum. Üstelik hem bedenim
üsüyor, hem de kalbim. Bogazın soguk
rüzgarlarında bittim. Deniz manzarasıymıs,
bogazmıs… 2sterlerse dünyayı versinler
ama bu yalnızlık… Ahhh… Nerede o denizin
getirdigi söylenen huzur? Sadece efsunlu
hava içerisinde yankılanan sis düdükleri,
bagrısan, bana yaslanıp dünyaya dert
yanan, küfürler savuran insanlar var. Ben
varım bir de. Küfretmek istiyorum, beni
buraya getirenlere, yalnız bırakanlara, en
güzel dediklere manzaraya mahkum
edenler küfürler savurmak… Ama
yapamıyorum, kahretsin bile diyemiyorum…
Bir sabah biri matkapla gelip üzerimde bes
delik açıyor. N’oluyor diyemeden bir halkayı
iki delikten geçiriyor. Üzerine ise bir zincir.
Çıglıklarımı yaradan duydu sanırım. Artık
öyle ya da böyle kollarım var. Birbirimize
uzattıgımız kollarımız var. Artık
kardeslerimle demir bir agız, sımsıkı bir
bag…
Diger üç delik acaba ne olacak ki diye
merak ederken… 2ki delikanlı ile iki kız
yanıma geliyor. Delikanlılar ellerindeki
sigaralarını o delikten içeri, kafamdan içeri
atıyorlar. Benden dumanlar çıkarken
gülüsüyorlar. Kızların gözünde zeki
göründüklerini sanıyorlar. Benden dumanlar
çıkarken kasım kasım kasılıyorlar. Ben
dumanlar çıkarken gülenler!…
Kahretsin!
!
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
27
[Uçsuz Çöllerde Düsünmemecesine]
Bilmemece
Bilmecelerden nefret ediyorum. Çünkü günah, çünkü
aptallık en büyük günah! Hiçbir ise kosulmaz aptal
sorularla çocukların egitildigi düsünülüyor. Bunun için
yazık sabi sübyana.
Ben de isterim ki “çarsıdan aldım bir tane” diye sorayım
babaannem gibi. Küçük çocukmusum gibi sadece bu
sorular çıksın karsıma. Ama olmuyor bir yerden sonra.
Gerçek hayat çocuklugumuzdaki bilmeceler gibi degil. Her
sey çok zor. Ama bizi buna hazırlamadılar. Ne yapmalı,
net bir fikrim yok. Ya küçüklere bilmeceler yasaklanmalı,
ya büyüklere sorulan sorular…
Sorular duruyor maalesef. Üstelik her nesil için aynı seyler
geliyor soru niyetine. Hal böyle iken, hiç kimseye kazancı
yok sorunun da, bilmecenin de. O halde herkes kendi
aklını gütsün. Bilmeceymis falan sorulmasın, herkesin
bilmecesi kendine kalsın.
2nsanlar, sorularla, bilmecelerle baskalarının aklını
gütmeye çalısana kadar, kendi akıllarını gütmeyi
ögrenseler; her sey çok daha iyi olacak.
Bilmece
“Ihısı tısısı bitmiyor, herifi göndermeden gitmiyor.
Kimmis?”
Ka. S.
“Kafalarının içini kapatıyorlar, bari dısını
kapatmasalar. Kim bunlar?”
Ha. E.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
28
[Uçsuz Çöllerde Düsünmemecesine]
Devren Satılık Beyin
Unuttum! Herseyi, tüm bildiklerimi… Kafamın içinde ne varsa, beynimin üzerindeki tüm
kıvrımları düzeltebilecegini umarak, köse bucak tertemiz ve dümdüz bir beyin düsüncesiyle
unuttum. Düsünmeyi bile unutmak isteyerek unuttum.
Düsünmememi saglayacak bir dügme olsa, ona bassam ve tüm düsünme sistemim dursa
diye düsünürdüm önceleri…Öff… Kahretsin, bak yine hatırlıyorum düsünmeyi. Bak yine
düsünüyorum. Sürekli çalısıyor beynim, sürekli bir fikri var. Haliyle sürekli yeni bir kıvrım
ekleniyor üzerine, olanlarsa derinlesiyor. Hiçbir sey bulamazsa geçmiste düsündüklerimi
tozlu raflarından indirip yeniden gün ısıgına çıkarıyor.
Oysa tek derdim düsünceli olmam. Nasıl ki bir kumsalın düz olamayacagını bildigim gibi
insanların düsüncesiz olamayacagını bile bile düsüncesiz olmak istiyorum. Hiçbir seyi
umursamamak, hiçbir seye kafayı takmamak, üzülmemek… Çünkü düsündükçe batıyorum,
sizofren gibi bin parçaya bölünüp beynimi kemiriyorum.
Düsüncesiz biri olayım ben de. Lütfen… Bu güne kadar hep düsündüm, bir faydasını
görmedigim gibi hep zarar gördüm. Düsüncesiz desinler artık bana da ve hiç canım
yanmasın… 2stiyorum.
Düsüncesizligin çölünde hiçbir seyi olmayan bir bedevi olmak istiyorum!
Devren satılık bedava beyin. Hediyesi düsüncesi…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
29
[Uçsuz Çöllerde Düsünmemecesine]
Ren’k’aos
Kırmızı, Mavi’yi izlemesi için Sarı’yı tuttu. Sarı, Mavi’nin pesinden hiç
ayrılmayacak, her yaptıgını not edecek ve karsılıgında da yüklüce bir para
eline geçecekti. Sarı’nın Mavi’yi neden izledigi hakkında en ufak bir fikri yoktu.
Bir merak alıp götürüyordu onu. Mavi’yi en son dügün töreninden girerken not
etti. Sonrasında ne oldu, hiçbir zaman…
Olmadı…
Oglu Turuncu’yla birlikte gittigi dügünde maganda kursunu ile vurulup
hayatını kaybeden Pembe’nin kocası Yesil, maganda Kahverengi’yi mahkeme
çıkısı vurdu. Bunun üzerine aileler arasında çıkan arbedede….
Bu ne ya! Dügün ve cenaze… Yeniden…
Çapkın mankenimiz Mor’a dönüyoruz. Geçen hafta Siyah’la öpüsürken
yakaladıgımız Mor bugünse Eflatun’la birlikte objektiflerimize yakalandı ve “Biz
Lacivert’le sadece arkadasız” dedi. Dogrusu Mor, madem sevgililerini bu kadar
hızlı degistireceksin, adlarını dogru ögren canım. Ayrıca kıyafetini hiç
begenmedik mor. Ama çocuklugunda çok ezildigini söyledigin için sana on
üzerinden on veriyor ve…
Öff, saçmalama, çok rüküs. Devam…
Adam, ogluyla birlikte Sultanahmet’te otururken önlerinden geçen küçük bir
çocuk topaç satıyordu. Çocugu hemen durdurdu. Ogluna bir topaç aldı.
Evlerine döndüklerinde hem oglu hem kendisi büyük bir zevkle oynadılar. En
son çocuklugunda topaç çevirmisti adam. Simdi bu topaç da onu bir çocuga
çevirmisti, gençlestirmisti. Üstelik bu da çocuklugundaki topacın rengindeydi,
yani…
Hah, simdi oldu.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
30
[Uçsuz Çöllerde Düsünmemecesine]
Küçük Büyük
Küçük olmak varmıs su hayatta… Her zaman mutlu,
mesut… 2çleri yasama sevinciyle dolu…
Biliyorum onların da dertleri oldugunu. Büyük için
çok küçük bir sey iken, küçükler için ugruna
saatlerce aglanabilecek sorunlar oldugunu biliyorum.
Ama yine de büyüklerin kendilerine ait gördükleri,
küçükleri adamdan saymadıkları bu dünyada
çocuklar gibi sen olmak baska sey. Hatta ben bile…
Ben bile gerekirse adam yerine koyulmayayım, yeter
ki hep sen olayım diyorum. Diyorum ama o zaman
da deli diyecekler! (Sürekli gülen, üstüne üstlük bir
de altına yapan, bundan da utanmayan biri 0-6 yas
arasında degilse ne derler? Haliyle deli derler.) Su
büyükler iste…
Küçük olmak varmıs su hayatta…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
31
[Dünyadaki Her Seyin Bir Kapak Oldugu Düsüncesiyle]
Aptallar güzelligi yalnızca güzel olanda bulur.
…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
32
[Dünyadaki Her Seyin Bir Kapak Oldugu Düsüncesiyle]
Günes Kapagı
Günes balçıkla bile sıvanamasa da bazen onu da örten
bir kapak çıkabiliyor. Siz “günes tutulması” diyorsunuz,
bense “günes kapagı” diyorum. Bazen en büyük
güçlerin önünü bile ufacık bir sey kesebiliyor. Günesin
bile önünü ay, kapak gibi örtebiliyorsa… Üstelik ay tüm
ısıgını aldıgı günese böyle bir sey yapıyorsa… Vay
haline insanların. Düsünün simdi biz insanoglu
arasındaki çıkar çatısmalarını, birbirlerine takılan
çelmeleri…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
33
[Dünyadaki Her Seyin Bir Kapak Oldugu Düsüncesiyle]
Vücut Kapagı
Eline jileti aldı ve yavasça sol bilegine dogru etine bir çizik attı.
Kapak açıldı; vücudunun hayat iksiri kan, yavas yavas açılan
kapaktan süzülmeye basladı. Tüm kan bosalamadan azrail onu
alıp götürdü. Ardında solgun bir beden ve aglayan insanlar
bırakarak ayrıldı yer yüzünden.
Bedeni toprakla bulustuktan bir süre sonra kapakları dökülmeye
basladı. Geriye kuru kemikleri kaldı.
Mahser gününü; yeniden kapaklarıyla dirilecegi günü
beklemeye basladı bilinmeyen bir yerde.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
34
[Dünyadaki Her Seyin Bir Kapak Oldugu Düsüncesiyle]
Zarfın Zaafı
Sevgilisine yazdıgı ask dolu mektubunu zarfın içine koydu. Zarfın
agzını bir güzel yaladı, kapagı kapattı. Tutsun diye iyice de bastırdı
ki aman meraklı eller uzak dursun, açamasın, hasetlerinden çatır
çatır çatlasın.
Zarfı kıza götürmesi için sokakta oynayan afacan bir çocuga bir lira
ile birlikte verdi. Çocuga iyice de tembihledi ki, aman maazallah o
anası olacak sirret karı çıkarsa hemen toz ol.
Çocuk kapıyı tıklattıgında açan kız oldu. Esikte duran kız, zarfı
kimse görmeden koynuna soktu. Kız, çocugun eline bir lira
sıkıstırıp konusurken iyice de tatlı dilliydi ki, aman bak bunu
kimseye söyleme, parayla da kendine gazozla gofret al.
Kız, yüzünde kocaman bir tebessümle, mutluluktan uçarak odasına
girdi. Zarfı önce kokladı, sevgilinin kokusu vardı. Sonra kenarından
hemen ama iyice de dikkatli yırttı ki asklarının belgesi kagıda zarar
gelmesin, anası gelmeden içindekini okuyabilsin.
“Sonra kenarından hemen yırttı ki…” Bir kapak neden bir daha hiç
açılamamacasına kapatılır ki? Bir zarf neden kendini kapaksız
bırakır? 2si bitince atılacagını bile bile zarf olmak ister?
Ask için mi?…
Ask için ölmeli ask, o zaman ask… Zarf gibi… Öyle mi?
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
35
[Dünyadaki Her Seyin Bir Kapak Oldugu Düsüncesiyle]
Toprak Nedir
Beyaz kefen içindeki ölü, esilen çukura konuldu. Sırayla insanlar dualar
esliginde küreklerle toprak atmaya basladılar üstüne. Çukur toprakla
dolduktan sonra bas ucuna da adının ve ölüm tarihinin yazılı oldugu
islemeli, özenle hazırlanmıs mermer konuldu.
Evde otururken bende durduk yere bir merak aldı yürüdü. Ölünün
üzerine ilelebet kalkmamasını ister gibi iyice toprak yıgdık. Ama sunu
da biliyoruz ki, kıyamet günü geldiginde mezarda toprak altındaki
ölülerin tümü yeryüzüne çıkacaktır.
Öyleyse, toprak nedir? Simdi biz sıkı sıkıya kapatırken, zamanı
geldiginde tanrı tarafından açılacak bir kapak mıdır?
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
36
[Dünyadaki Her Seyin Bir Kapak Oldugu Düsüncesiyle]
Klozet Kapagı
Kapagı kaldır, içine et.
Zaten bu koca alem içindeki minicik dünyamızın
kapagını kaldırıp içine ede ede dünyamızı bir b.k
çukuruna çevirdiler. Entrikalar çeviren, para ugruna
tüm dostlukları satan insanlar dünyayı bu hale
getirenler… Oysa senin yaptıgın dogal bir ihtiyaç;
üstelik dünyayı mahveden o insanlardan bil ki daha
temizdir.
Bu nedenle hiç çekinme; kapagı kaldır, doyasıya et.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
37
[Yanılsamalı Hikâye]
Göz o ki dagın ötesini göre
Akıl o ki basına gelecegi bile
YUNUS EMRE
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
http://www.altkitap.com 38
[Yanılsamalı Hikâye]
Mahkeme
Söz, sanık 2nsan Oglu 2nsan’ındır:
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
39
[Yanılsamalı Hikâye]
Yanılsama 1: 2nsan yüzlerini ve mumu görebilecek misiniz?
Sayın Solucan Yargıç,
Ben ne yaparsam yapayım, sizin adaletinizle boy ölçüsemem efendim. Ben
haksızımdır size göre. Size bakınca yanan bir ısık yerine iki yüzlülügünüzü
görüyorum. Acaba yine mi haksızım, efendim!
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
40
[Yanılsamalı Hikâye]
Yanılsama 2: Resimdeki bir ördek mi, yoksa tavsan mı?
Sayın köstebek savcının iddia ettigi gibi hiçbir zaman sapkamdan tavsan
çıkarır gibi yapıp ördek çıkartarak insanları kandırmadım. Kaz gelecek
yerden tavuk esirgenmez deyip bana güvenenleri yolmadım, dolandırmak
için bir yol aramadım. Sayın Savcı gibi gözüm kapalı yasamayınca…
Ya da basımda sapka basımıza gelmek için bizi kandırmaya çalısanların
arasına karısmayınca…
…kendimi burada buldum.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
41
[Yanılsamalı Hikâye]
Yanılsama 3: Karelerin köselerinin kesistikleri noktalar beyaz mı, yoksa siyah mı?
Tanıgınız insan bildigim Sayın Sülük’ün, -ki duydugunuz gibi benim
yıllarca onu sömürdügümü söyledi- beni sömürdügünü söylesem bana
inanır mısınız? Ama yine de tesekkür ederim ona. Her girdigimiz
labirentte sayamadıgım kadar çok kara delikten kurtardıgım, çıkısa
götürdügüm adamın sırf Müdür Sülük olabilmek için sırtımdan
vurabilecegini gösterdi. Tesekkürler Sülük oglu Sülük.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
42
[Yanılsamalı Hikâye]
Yanılsama 4: Karelerin arasındaki çizgiler düz mü, yoksa egri mi?
Dogru isler yapıp egri gösteren, tekrar yaptıgını beyan ederek
devletten bir kez daha para alan, devletin sırtından keyif içinde
yasayan Sayın Bagırsak Kurdu da tanık olarak beni suçladı ya…
Ne diyebilirim ki artık, sindirilmeyi hak ediyorum.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
43
[Yanılsamalı Hikâye]
Yanılsama 5: Sürekli ortadaki noktaya bakınca etraftaki parçalar dönüyor mu ne?
Siz hiç düsünmediniz mi Sayın Solucan Yargıç; biz bir yerde çakılı kaldık, herkesi
etrafımızda dönüyor sanıyoruz. Ama yanılıyoruz, onlar etrafımızı sarıp
büyüdükçe biz ufalıyoruz.
Özür dilerim Sayın Yargıç, siz solucanların sinir sistemi kompleks seyler
düsünmeye yeterli degildi. Gafım için beni bagıslayın!
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
44
[Yanılsamalı Hikâye]
Yanılsama 6: Filin kaç ayagı var?
Yoksa bütün suçum, o Bagırsak Kurdu gibi olmamam mı?
Deniz gibi yıgılı malı yemeyip keriz gibi durmamdan, onların
yaptıklarını açık etmemden mi?
Ben onlar gibi dört ayaklı Sayın Fil’den sekiz ayak bastı parası
alıp da dördünü cukka edemem. Cukka… Ben bu tabiri
kullanamam.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
45
[Yanılsamalı Hikâye]
Yanılsama 7: Sürekli ortadaki noktaya bakınca kenardaki koyuluklar yok mu oluyor ne?
Ben sadece iyi bir memleket istedim. Bu iyiligimle bir noktaya takılı
kaldım. Bu hayalimi engellemek için çevremi kusatanların o noktaya
baka baka yok oldugunu sandım, yanıldım.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
46
[Yanılsamalı Hikâye]
Yanılsama 8: Resimdeki bir insan yüzü mü, yoksa sırtı dönük bir Eskimo mu?
Suçumu anladım ben pek saygıdeger 2ddia Makamı üyeleri, benim
suçum insan olmak… 2nsan gibi devletini sevmek, gururlu olmak,
harama el uzatmamak, insan gibi korkmak…
Simdi beni -idam kalktıgına göre- bir Eskimonun yanına sürebilirsiniz.
Ama bilin ki basım her zaman dik olacaktır. Yaptıgınız yanınıza kâr
kalmaz.
Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner!
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
47
[Yanılsamalı Hikâye]
Geregi düsünüldü.
Bir insan kalesi daha düstü.
.
.
.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
48
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Dünyada en güzel sey
Seni buldum
Artık hiçbir sey istemem
….
uzat ellerini
aynaların dısına çıkalım
ASAF HALET ÇELEB2
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
49
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Oysa Ben Halen Küçügüm
Ben eskiden küçüktüm, diyorum.
‘Eskiden küçüktüm, simdi büyüdüm’ diyorum içi kartlasan
büyük insanlara. Onlar gibi olmaya çalısıyorum. Acımasız,
vurdumduymaz, eglence nedir bilmez, sadece yesil
banknotları düsünen onlar gibi…
Oysa ben halen küçügüm.
Vücudum her ne kadar kırısıklarla ve lekelerle dolu olsa da
ben halen küçügüm. Eglenmeyi, gülmeyi, mutlu olmayı
seviyorum. Takım elbiseden nefret ediyorum. Özellikle
kravat… Dar agacındaki ipten farksız bu yeni nesil iskence
aletini boynuma dolamaktan nefret ediyorum. Aramızda
kalsın, halen oyuncak trenlerle oynuyorum.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
50
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Eskiden küçüktüm…
…Simdi büyüdüm ya hani, onun için masa bası
memurlarına özeniyorum. Amirlerinden gizli
bilgisayarda oynadıkları ‘Solitaire’ den baska oyun
bilmeyen, çocuklarıyla bile oyun oynamaktan kaçan
tiplerden olmak istiyorum. Aslında öyle gibi
görünüyorum.
Oysa ben halen küçügüm.
Eski 2stanbul sokaklarında çocuklugumu arıyorum.
Tasradan gelmeme ragmen Balat’ta, Fener’de
çocuklugumu yeniden yasıyorum. Nerede siyah asfaltın
üzerine beyaz tebesirlerle çizilmis seksek çizgilerini
görsem oyuna baslıyorum. Tek tek kutuları geçiyorum:
1, 2, 3-4, 5 ve 6-7. O küçük kutuların olusturdugu
büyük dünyaların içine zıplıyorum. Cumbalı
pencerenenin kösesine ilismis yaslı teyze kötü kötü
bakıyor bana ve bir tövbe çekiyor. Ve bos arsalarda top
oynayan çocuklar… Topları yola dogru yuvarlandıgında,
onu sahaya döndüren hep ben oluyorum.
BASLAT
belgelerim
oyun
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
51
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Simdinin büyügü olarak dünyadan izlenimler ediniyorum.
(Görüyorsunuz ya seyre bile dalamıyorum, hayaller
kuramıyorum.)
Altlarına son model arabaları çekip, arabalarının hızıyla
övünen insanlara bakıyorum. 2stanbul trafiginde hiçbir
zaman son sürat gidemeyen, evine ya da isine on bes
dakika erken ulasınca sükreden insanlara… Bogaz
Köprüsü’nü arabalı vapura tercih eden o acayip insanlara
bakıyorum.
Oysa ben halen küçügüm.
Halen vapur iskeleye tamamen yanasıp halatlar
baglanmadan kıyıya atlamayı seviyorum. Vapurun hazin
düdügüyle egleniyorum. Sürekli bir Anadolu, bir Rumeli
iskelelerine ugrayarak zikzaklar çizen Çingene Vapuru’na
binip vakit geçirmekten, bogaza olta sallamaktan
hoslanıyorum. Hiç balık tutamıyorum, tutsam da
atıveriyorum yeniden denize. Çünkü üzülüyorum o
mahzun hallerine. Ne de olsa ben hala küçügüm.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
52
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Büyüdügüm için sıgamadıgım evciklerle dolu bir çevredeyim.
Kimin evine konuk olsam, donuk renkler görüyorum
duvarlarında. Trend dedikleri acayip dekorlar, her yerde
kırılıverecekmis gibi duran kristaller, vazolar… ‘Put gibi otur ve
hiç ayaga kalkma!’ dercesine yerlestirilmis, yasanmaz hale
getirilmis evler…. Üstelik de bu stil için bir yıgın para vererek…
Oysa ben halen küçügüm.
Kendi tasarladıgım (kendi kendine dagınık bir hal almasına yol
açmam tasarım sayılırsa tabi) renk cümbüsü içinde huzur
buluyorum. Rahat koltuguma uzanıp rahat rahat
televizyonumu izliyorum. Koskocaman penceremdeki perde ise
beyaz bir tülden ibaret. Kitaplar ve pelusların üst üste durdugu
raflar.. Fazlasıyla yumusacık ve bu küçük yüregime göre
yerlestirilmis, kırılacak tek seyin kazara üstüne oturabilecegim
gözlügümün camı oldugu minik bir dünya… Benim renkli
dünyam…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
53
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Yangından mal kaçırırcasına yasamaya alıstırılan biriyim,
çünkü büyügüm.
2nsanların sadece Türk filmi tadında filmlerden ibret ve ögüt
aldıgı büyüklerin dünyasındayım. Bir senaryoluk yasamları
gerçekle birlestiren, sokaga çıkan kıza yaftayı yapıstıran,
her sey için bir kulp, bir isim koyma istegi içinde olan bir
ülkedeyim. Burada asklar baska türlü nasıl yasanır ki?
Kapkaç iliskiler, gizli saklılıklar, sokaktaki cepçinin
hayatından farksız bol kovalamacalı, aksiyonlu ve
atraksiyonlu asklar, sevgiler, baglılıklar…
Oysa ben halen küçügüm.
Kulpların sadece ince belli bardakların yerini almaya yüz
tutmus porselen fincanları tuttugumuz yer olarak kalması
için dua etmekten baska çare bulamayan bir küçügüm.
Yangınlardan korkarak tek basına uyumaktan çekinen bir
küçük…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
54
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Ayrılıkların kaynagı semsiyelerini yanından eksik etmeyen
büyükler biliyorum.
Her yagmur yagdıgında jöleli saçları, siyah tüvit paltoları
ıslanmasın diye açtıkları siyah semsiyelerle gezen büyükler
biliyorum. 2sin kötüsü kendi dünyalarına çekilircesine ufacık
tek kisilik semsiyelerini açıp yagmurda dolasan sevgililer
biliyorum. Demiyor muydu Sunay Akın: “Semsiye
yapımcıları…/ tek kisilik kesince kumasları/ yagmur degil
yalnızlık yagar.” Ürküyorum.
Oysa ben halen küçügüm.
Semsiye kullanmıyorum. Semsiye nedir ki? Koruyucu mudur?
Öyleyse bizi neden korur? Küçüklügümün büyük eglencesi
lapa lapa kar yagısından mı? O pamuk gibi kardan… Hani su
üzerine pekmez dökerek yedigimiz içimin dısımın bir küçük
oldugu dönemlerin dondurması kardan… 2nanmam. Peki
yagmurdan mı koruyor? Kim ne derse desin yagmuru
seviyorum. O agır agır süzülen, içi dısı bir, sadelik ve güzelligi
bir arada barındıran yagmur varsın yagsın üzerime. Dünyanın
tüm pislikleri onun saflıgıyla aksın gitsin. Dünyanın gerçek
renkleri ortaya çıksın. Küçüklügümün asfalt ve beton yerine
toprak renkleri. Toprak kokusu cigerlerime dolsun…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
55
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Yazmaktan, konusmaktan korkan büyüklerin
dünyasında adım atıyorum.
Mektuplardan vazgeçen, dostlarına, arkadaslarına
gönderdigi e-postaları bile ‘forward’lardan olusan
sanal insanların dünyasında klavye adımlıyorum.
Oysa ben halen küçügüm.
Yazmak, hislerimi düsündüklerimi anlatmak istiyorum
dünyaya… Bazen bir kelimeyle, bazen bir
kahkahayla, ama sadece kisiye özel sözlerle
anlatmak istiyorum derdimi. Duygusuz, klise, elden
elde dolasan ve sıradanlasan FWD 2LET2lerden
korkuyorum. Karabasan gibi tüm posta kutularını
kaplıyor. Tüm beyinleri kaplıyor, yalnızlıgın sahte
oyuncaklarıyla…
FWD
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
56
[Fotografı Olmayan Hikâye]
Belki…
Belki derilerim sarktı, gözlerim yuvalarına
kaçtı, kulaklarım agır isitiyor.
Çevremdekilere göre unumu eledim, elegimi
artık duvara asmam gerekiyor, yasım yetmis
isim bitmis, falan filan.
Oysa…
OYSA…
BEN…
HALEN…
KÜÇÜGÜM…
Çünkü… Ben küçügüm, bir yazıda insanlara
kıssadan hisse vermek, fikrimi empoze
etmek zorunda degilim.
Bunun için de çünküsü yok, öyleyim iste…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
57
[Kısa Film Hikâyesi]
Yaklastıkça kaybolan
Bir kente dönüsürdün
Kesfedilmezim olurdun
2çinde yolculuk etsem de…
…
Hiç umut yoktu sende
O yüzden vazgeçilmezimdin,
Vazgeçilmezimdin.
Cezmi ERSÖZ
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
58
[Kısa Film Hikâyesi]
Günübirlik Sahte Cennetin Kayıkları: Ada Vapurları
Bir jeton lütfen. 2stanbul’un bir hafta
boyunca sakin sakin yasayamamıs
‘sakin’lerinin bir günlük sahte cennetleri
adalara ben de gitmek istiyorum.
O sahte, üstüne üstlük günübirlik
cennete gidebilmek için, turnikeleri
çevirip vapura binebilmek için bir jeton…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
59
[Kısa Film Hikâyesi]
Günübirlik sahte cennetin kayıkları:
ADA VAPURLARI
Her gün yat – kalk – çalıs seklinde
yasayan 2stanbullunun, içine hapsoldugu
mengeneden çıkmasını saglar adalar.
Bunun içindir ki cennettir, vapuru da
adanın yüzü suyu hürmetine su üzerinde
süzülen bir huri…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
60
[Kısa Film Hikâyesi]
Ada vapuruna adım attıgında insanın içi
tatlı duygularla doluyor, ruhundaki
fırtınalar duruluyor. Çünkü içindeki ses
“Yasasın” diyor. “Altı gün çalısıp
çabaladıktan sonra bir günlügüne de olsa,
sahte de olsa, üstüne üstlük giris için para
vermis de olsam o cennete girmeye hak
kazandım.”
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
61
[Kısa Film Hikâyesi]
2ste kazanılan bu zaferin ganimetine
dogru ilerlerken her anın tadını çıkarmaya
gayret ediyor insanlar.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
62
[Kısa Film Hikâyesi]
O bütün bir hafta her köse basında,
otobüs duraklarında, kaldırımlarda, is
yerinde birbirine bagıran,didisen, hatta
insanlıgını unutup çemkiren insanlar birer
melaike edasıyla güle eglene yolculuk
ediyorlar.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
63
[Kısa Film Hikâyesi]
Seyyar satıcılar pür nese ve türlü
hikâyelerle vapurdalar. Acındırmadan,
yalvarmadan bir mizansen içinde mallarını
tanıtıveriyorlar ve… 2nsanın içinden,
sattıkları en saçma seyi bile almak geliyor.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
64
[Kısa Film Hikâyesi]
Sahte cennetimizin resmi tasıtı ada
vapurunun belki de gerçek melekleriydi
onlar. Adalar boyunca yanımızdan eksik
olmayan, bizi karsılayan, ugurlayan
martılar…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
65
[Kısa Film Hikâyesi]
Ama düsününce, onlar bile çaktırmasa da
yaptıkları isin karsılıgı olarak simitlerini
alıyorlarlar. Maaslarını biz verdigimize
göre, gerçekten bir sahtelik var bu iste.
Martılar da böylece sahte cennetin sahte
melekleri sıfatını alıyor. Beyaz tüyleri ve
kanatları hatrına…
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
66
[Kısa Film Hikâyesi]
Sahtelik, o güle eglene giden insanlarda
da var. Damarlarına biraz basılsın, yine
insanlıklarını unutuyorlar. Yanlıs
anlasılmasın, cennet yolundalar diye
melek olmuyorlar. Aksine seytanın
çıraklıgını üstlenip birbirlerine türlü
hakaretler yagdırabiliyorlar.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
67
[Kısa Film Hikâyesi]
Sahte de olsa cennet yolunda olmanın
verdigi haklı gurur ve kibirle pusulasını
sasırıp gitgide cehenneme yaklasan bu
zatları, dogan görünümlü sahin misali
melek görünümlü martıları, herseyi bir
yana bırakıp vapurun kendisine dönelim.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
68
[Kısa Film Hikâyesi]
Ne makine dairesini ne de kumanda
merkezini gaip yönetiyor. Kanlı canlı, sahte
cennetin limanına sürekli yaklasıp da bir
kez olsun ayak basamamıs, göz önünde
bulunmaktan kaçan çalısanları var vapurun.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
69
[Kısa Film Hikâyesi]
Onlar bile tasıdıkları insanlardan sikayetçi.
2nsanların cenneti, bu mahzun vapuru,
hatta çalısan personeli, yani kendilerini
de, satın aldıklarını sanmalarından oldukça
rahatsızlar. Bunun içindir ki üç maymunu
oynuyorlar kendini melek sananlara karsı.
Görmüyorlar, duymuyorlar,
konusmuyorlar.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
70
[Kısa Film Hikâyesi]
Ve gemi limana yanasır, halatlar baglanır.
Büyükada’ya, hayır hayır cennete
hosgeldiniz.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
71
[Kısa Film Hikâyesi]
Cennet dedigimiz yerin tepesinde ise bir
kilise, Aya Yorgi. Cennet içinde bir kilise
biz müslümanlar için fazla tartısmalı degil
mi? Bu bogucu sahtelik içinde insanlar
nasıl bu kadar rahat kendilerini melek ilan
ediyor, sahteligi görmemek için gözlerini
bu denli sıkı yumabiliyorlar, sasırıyorum.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
[Kısa Film Hikâyesi]
Günübirlik sahte cennet derken bu kadar
da sahtelik ve kokusmusluk
beklemedigimden ayrılmaya karar
veriyorum buradan. Hızlı ve çabuk
davranmalıyım. Düsüncelerimden dolayı
dıslanıp cennetten kovulmak istemem.
Evet, herkes gibi ‘ben’ terk etmeliyim.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
[Kısa Film Hikâyesi]
Yeniden vapurdayım. Sonrasında ise
Sirkeci’de kalabalıga karısıp yeniden
2stanbul puzzle’ının bir parçası olacagım.
[Aslında Kadrajın Kendisi Yalancı]
[Kısa Film Hikâyesi]
Ama dönüs yolunu ve hikâyelerini
anlatmıyorum. Çünkü bu belgesel türde bir
kısa film hikâyesi. Ve mutlaka gerçek
cennet yolculugu dısında kısa filmlerde,
öykülerde her gidisin bir dönüsü olacaktır.
‘Günübirlik sahte cennetin kayıkları: Ada
Vapuru’ da buna dahil…
SON
2008
Filed under: KİTAP OKUMA | Tagged: kitap, KİTAP OKUMA, okumua, roman, roman okuma | Leave a comment »